Başarı, Finansal Zeka, Pazarlama

Değişimin Önündeki Engeller?

Ağustos 2, 2010

“Yeni düzen oluşturmak kadar güç, başarı şansı az ve uygulanması tehlikeli olan başka bir şey yoktur. Çünkü, eski düzenden çıkarı olanların tümüDeğişimi isteyenlerin düşmanıdırlar. Yeni düzenden yararlanacak olanlar da, değişime sadece pasif bir destek sağlarlar. Bu desteğin pasif olmasının nedeni, biraz eski düzenden yana olanların düşmanlığından korkmaktan, biraz da insanların yeni ve denememiş şeylere karşı duydukları güvensizlikten kaynaklanır. Bundan şu sonuç çıkar: Düşmanlar her zaman şiddetle saldırırlar. Diğerleri ise pasif bir şekilde karşı koyarlar.”Niccolo Machiavelli (1469-1527)

Dünyada değişim rüzgârları eserken, Türkiye değişim sancıları çekiyor. Toplumun çeşitli kesimlerinin artan değişim taleplerine rağmen, ülkemizde yapısal reformlar yapılamıyor ve değişim projeleri bir türlü gerçekleştirilemiyor. Bir taraftan değişimi istiyoruz, öte tarafta, değişime karşı direniyoruz… Sanıyorum, değişimi niçin gerçekleştiremediğimizi ortaya koyabilmek için değişimi, aktif ya da pasif olarak engelleyen kesimlerin ve/veya faktörlerin bir analizini yapmamız gerekir.  Bu yazımda değişime karşı direnen kesimlerin/faktörlerin bir tahlilini yapmaya çalışacağım:

1. Statüko. En başta Status Quo , yani “mevcut kurulu düzen” değişime engel olmakta. Siyasal partiler iktidara gelmeden önce değişim ve reform vaadinde bulunuyorlar. Ancak, iktidara geldiklerinde vaat ettikleri reformları gerçekleştirme cesaretini ve samimiyetini ortaya koyamıyorlar. Örneğin, siyasal iktidarların özelleştirme ve yerelleştirme gibi reformları gerçekleştirememelerinin nedeni sahip oldukları güç ve yetkileri ellerinden bırakmak istememeleri.

2. Çıkar ve baskı grupları. Çıkar grupları en az statüko kadar değişime direnme eğiliminde. Çıkar ve baskı grupları (özel şirketler, holdingler, ticaret ve sanayi odaları vs.) genellikle kendi özel çıkarlarına uygun olan reformları desteklemekte, çıkarlarına uygun olmayan konularda değişime karşı direnebilmektedirler. Bir taraftan globalleşmeyi ve ekonomide serbestleşmeyi savunan özel sektör, diğer tarafta, çıkar ve baskı grupları aracılığıyla gizli ya da açık olarak dış ticaretin serbestleştirilmesini engelleme yönünde mücadele edebilmektedir. Çıkar grupları, uluslararası ticaret üzerindeki tarifelerin indirilmemesi – hatta artırılması- ve ithalata miktar kısıtlamalarının (kota vs.) getirilmesi yönünde yoğun olarak lobicilik girişiminde bulunabilmektedirler. Ülkemizde bu böyle olmuştur.

3. Hoşnutlar grubu. Hali-vakti iyi olan zenginler ile statükodaki gelir, makam, prestij vs. konumlarından memnun olan herkesi bu gruba dahil etmek mümkün. Göreceli olarak toplumda daha iyi yaşam standardına sahip olan herkesi “hoşnutlar grubu”na dahil ediyorum. Bu kesim için değişim çok önemli, ancak değişimin yapılamamasının bu kesim üzerindeki maliyeti diğer kesimlere göre daha düşük. Örneğin, hoşnutlar grubunun üyeleri hastane kuyruklarında çile çekmek zorunda kalmadıkları için sağlık reformunun gerçekleştirilmesi bunlar için o kadar büyük bir sorun olarak görünmüyor. Bu kesim, ya parasını vererek özel hastanelere gidebiliyor veyahut ta sahip oldukları makam, mevki vs. dolayısıyla devlet hastanelerinden çile çekmeden ayrıcalıklı olarak yararlanabiliyor. Aynı şekilde, parasını vererek çocuğunu özel okullara gönderen kesim için eğitim reformunun gerçekleştirilmesi o kadar önem taşımazken, belirli bir kesim çaresizce devlet okullarındaki kalitesizliğe razı oluyor. Özetle, hoşnutlar grubu mensupları çoğunlukla pasif davranışları dolayısıyla değişimin gerçekleştirilmesine bir katkıda bulunmamaktadırlar.

4. Kinikizm ve kirene ahlakı. Kinikizm bir ahlak felsefesidir. Snop’lu Diojen’in “gölge etme başka ihsan istemem” sözü kinik felsefenin temelini oluşturur. Kirene ahlakı ise bir haz ahlakı (hedonizm) anlayışıdır. Kirene ahlak felsefesine göre insan kendisine haz vermeyen şeylerden uzak durmalıdır. İşte bu kinik ve kirene ahlakına sahip olan kimseler aktif olarak değişime direnmeseler de pasif tavırları ile değişimin gerçekleştirilmesine bir katkıda bulunmazlar. Her toplumda “görmedim, duymadım, konuşmadım” formatına uygun bireyler bulunmaktadır. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın…” mantalitesinin yaygın olduğu bir toplumsal kültür ortamında değişimi gerçekleştirmek gerçekten güçtür.

5.Bilgisizlik. Eğitim ve kültür seviyesinin düşük olduğu bir toplumda değişimin gerçekleştirilmesi kolay değildir. Bazen bildiğimizi sandığımız şeyler “bilimsel bilgi” değil, sadece bildiklerimizdir!… İnsanoğlunun bilgisini şekillendiren genellikle yaşadığı çevredir. Yine insanoğlu, doğası itibariyle sahip olduğu bilginin “doğru bilgi” olduğu konusunda ısrarlıdır. Oysa “öğrenilen bilgi”, çoğunlukla ya “taraflı bilgi”dir ya da “eksik bilgi”dir. İşte tüm bu nedenler dolayısıyla değişimi gerçekleştirmek kolay değildir. Bilgisizlik, değişimin önündeki en büyük engellerden birisidir. Değişim için yüzeysel değil, “derin bilgi” gerekir.

6. Bigotizm ve dogmatizm. Bilimsel ve mantıksal bir açıklama olmaksızın; kanıt ve bulgulara dayanmaksızın herhangi bir ideolojiye, doktrine, düşünceye veya partiye olan bağlılık (dogmatizm) ve sabit fikirlilik (bigotizm) değişimin gerçekleştirilmesini engellemektedir. Bu gruptaki insanları “tabuların köleleri” olarak adlandırmanın uygun olabileceğini düşünüyorum.

7. Muhafazakârlık ve geleneklerin tiranlığı. Din faktörünün dışında toplumda gelenek ve görenekler genellikle değişime şüphe ile bakılması ve hatta aktif olarak değişime karşı çıkılması sonucunu doğurabilir. Maalesef, her toplumda belirli muhafazakar çevreler değişime çoğu zaman şüphecilikle yaklaşmakta, bazen pasif tavırları ile bazen de aktif direnç göstererek engel olmaktadırlar. Büyük reformistlerden Abraham Lincoln’ın güzel bir sözü var: “Muhafazakarlık nedir? Eskiye hayran olmak, yeniye ise muhalif olmak değil midir?” Bazı geleneklere, örf ve adetlerimize elbette hayran olmalı, saygı duymalı ve onları korumalıyız. Ancak bunu yaparken yeniliklere ve evrensel değerlere karşı da “tutucu” olmamalıyız. Özetle, geleneklerin tutsağı ve kölesi olmamalı; geleneklerin tiranlığı altında ezilmemeliyiz. Ne kör değişim sevdalısı, ne de kör bir muhafazakâr olmalıyız.

8. Korku. İnsanın doğasında yeni şeylere karşı bir korku veya şüphe daima mevcuttur. Korku, değişimin gerçekleştirilmesini güçleştirir. Bunun dışında koltuğunun ve makamının elinden gideceğinden korkan bazı parti liderleri, bürokratlar ve kamu görevlileri de radikal kararlar almak ve uygulamaktansa mevcut düzene uyma eğilimini yeğleyebilirler. Sonuç olarak, korku, değişimi engelleyen bir diğer faktördür.

9. Aşırı milliyetçilik ve şovenizm. Toplumda bazen “batı adetleri bize uymaz” gibi ifadeleri duyarız. Bu yaklaşım genellikle aşırı milliyetçi bazı kesimler tarafından dile getirilir. Onlara göre tek doğru olan milli ve yerel değerlerdir. Oysa, bu dar zihniyeti aşıp, milli ve yerel değerlerle birlikte global/evrensel değerleri de tanımamız gereklidir. Ne sadece global düşünmeli, ne de global dünyayı dışlayan bir yerel akla sahip olmalıyız. Deyim yerindeyse “Glokal” düşünebilmeliyiz! “Global ve “Lokal” (yerel) kelimelerinden türetilmiş olan “Glokal” kavramını bu açıdan kullanmayı yeğliyorum.

10. Sosyalist ideoloji. Dünyadaki yeni konsensüs bir kaç ülke hariç sosyalizmi ve komünizmi dünya haritasından silmiştir. Sosyalistler ve komünistler hala, özellikle piyasa ekonomisi yönündeki değişim ve yeniden yapılanma önerilerini reddetmekte ve bunlara karşı olmayı sürdürmektedirler.

11. Devletçi sosyal demokratlar. Dünyadaki değişim trendine karşı olmayı sürdüren kesimlerden bir diğeri eski devletçilik anlayışına sahip sosyal demokratlardır. Kendilerini “yenilikçi” ya da “yeni sol” akımının temsilcileri olarak adlandıran bir grup sosyal demokrat ise dünyadaki değişim trendine ayak uydurma çabası içindedir.

12. İşçi sendikaları. Bugün işçi sendikaları birçok ülkede değişimin önündeki engellerden birini oluşturmaktadır. Örneğin, işçi sendikaları ve konfederasyonları; sosyal haklarının artırılması, maaşlarının yükseltilmesi için mücadele ederken, öte yanda verimliliğin artırılmasının temeli olan özelleştirme reformuna ya da emeklilik yaşının ve emeklilik sisteminin değiştirilmesini öngören sosyal güvenlik reformuna karşı direnebilmektedirler.

13. Ordu. Statükoda gücü elinde tutan önemli bir kesim de ordudur. Dünyadaki değişim, savunma politikalarında ve askeri insan gücü tedarikinde radikal reformlar yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Ancak, silahlı kuvvetler hala birçok ülkede eleştirilemeyen bir “tabu” konumunu ve dokunulamayan “güç” pozisyonunu sürdürmektedir. Silahlı kuvvetler genellikle “kapalı” bir organizasyondur. Yine silahlı kuvvetler genellikle eleştirilere açık olmayan, hatta kendisine yöneltilecek olan eleştirileri yasaklayan ve cezalandıran bir konumdadır. Özetle, değişimin belki de en başta başlatılması gereken yerlerden birisi olan orduda “yeni düzeni oluşturmak kadar güç, başarı şansı az ve uygulanması tehlikeli olan bir şey yoktur.” (Machiavelli’nin ifadeleriyle!…)

14. Medya. Medya bir taraftan doğruluk, tarafsızlık, objektiflik ve sorumluluk ilkelerini göz ardı ederek yayınlar yaparken, öte tarafta değişim ve yeniden yapılanma konusunda çeşitli yayınlar yaparak halkı bilgilendirmeye çalışmaktadır. Ancak bu paradoks bir kısım medya güçlerinin samimi ve dürüst olmadığını göstermektedir. Basının işine geleni yazması, son yıllarda basın ahlakının giderek bozulduğunu ve yozlaştığını ortaya koyuyor. Kendisi dürüst davranmayan bir kısım medyanın temiz toplum için değişim özlemini dile getiren yayınlar yapmasını anlamak pek o kadar kolay değildir!… Değişimin halk tarafından benimsenmesinde medyanın çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Ancak, medya kimi zaman kendi ideolojisinin savunusunu yaptığı için, kimi zaman da özel çıkarı dolayısıyla statükoyu temsil eden siyasal iktidarı ya da bir başka siyasal partiyi desteklediği için değişimin gerçekleşmesine aktif olarak direnebilmektedir.

15. Atalet. Fizikte bir cismin harekete karşı dayanıklılığını ifade eden bir kavram olan atalet, sosyal değişim için de geçerli olabilir. Kısaca, atalet bir insanın ya da organizasyonun değişmeden aynı durumda kalma eğilimini ifade eder. Atalete sahip bireyler, değişimi pasif bir şekilde engellerler.

16. Kıskançlık ve anlaşmazlık. Bireyler arasında kıskançlık ve anlaşmazlık da değişimin gerçekleştirilmesini engelleyebilir. Aynı fikirleri savunan siyasal partilerin ya da bireylerin aynı çatı altında mücadele ederek değişimi gerçekleştirmeleri pekala mümkünken bundan bilinçli olarak kaçtıklarını görebiliyoruz. Türkiye’de siyasal parti liderlerinin aralarındaki anlaşmazlıklar ve kıskançlıklar bir çok alanda birlikte değişim için mücadele edilmesini engellemektedir.

17. Siyasal miyopluk. Sadece oy maksimizasyonu gayreti içinde olan bir kısım politikacılar, belediye başkanları vs. seçilmiş kimseler, oy kaybına uğramamak için bazı radikal reformları veya projeleri gerçekleştirmekten kaçınabilirler. Bunun yerine kısa dönemde seçmenin gözünü boyayacak faaliyetlere ağırlık verebilirler. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, değişimi gerçekleştirmek maliyetlidir ve cesaret ister. Mevcut konumundan mahrum kalmak istemeyen seçilmişler, değişimin sadece sözde taraftarlığını yaparlar; iş reform yapmaya gelince bunda cesaret gösteremezler.

18. Değişimi yararsız ve önemsiz görme. Değişim olsa da toplumdaki güç kompozisyonunda bir farklılık olmayacağına ve problemlerin yine belirli kesimler için var olacağına inanma, insanları değişim için mücadele etmekten alıkoyabilir. Romalı şair ve hicivci Horace’nın “değişim genelde zenginin işine yarar.” (Plerum que gratae divitibus vices) sözü bazıları için çok doğru ve anlamlıdır. Böyle düşünen insanlar doğal olarak değişime pek sıcak bakmazlar. Daha genel olarak ifade etmek gerekirse, “böyle gelmiş, böyle gider” felsefesinin yerleşmiş olduğu bir toplumda değişimi gerçekleştirmek o kadar kolay değildir.

19. Grup körlüğü. Bazen bireylerin belirli bir sosyal grup ve çevre içerisinde yetişmeleri ve zamanlarının önemli bir kısmını bu kesim içerisinde geçirmeleri sahip oldukları değer yargılarını değiştirmelerine engel teşkil edebilir. Grup körlüğü şüphesiz değişimi gerçekleştirmeye engel olabilecek önemli bir faktördür.

20. Medokrati. Toplumsal olaylara karşı kayıtsız olan bir grup da medokrati (mediocrity) olarak adlandırılan kimselerdir. Bu kimseler kendi halinde, suya-sabuna el dokundurmayan türden insanlardır. Bir konu ile ilgili görüş bildirmekten, yorum yapmaktan bilinçli olarak kaçınırlar. Evet ya da hayır demek yerine susmayı, çekimser kalmayı yeğlerler. Bu medokratik mantalite de değişim için birlikte mücadele edilmesini güçleştirmektedir.

Değişim ve Hipokrasi… Ülkemiz açısında değerlendirildiğinde yukarıda 20 ana başlık altında özetlediğimiz faktörlerin ve/veya kesimlerin değişimin gerçekleştirilmesine engel olduklarını söylemek mümkün. Sadece belirli bir kesim ya da belirli bazı faktörler değil, tüm yukarıda sayılanlar değişimin gerçekleştirilmesini güçleştirmekte ve bu konuda engel teşkil etmektedirler. Çok ilginçtir, yukarıda saydığımız kesimlerin birçoğu değişimi görünürde istemekte, bunun için mücadele etmektedir. Ancak ne zaman ki, değişim kendi çıkarlarına uygun değilse o zaman, bu kesimler değişime ya aktif olarak direnmekte ya da pasif davranışı ya da ataleti yeğlemektedirler. Maalesef her toplumda değişimin Hipokratlığını yapan insanlar ve belirli kesimler bulunmaktadır. Bu insanlar ya da kesimler gerçekte samimi ve dürüst değildirler. Bu “değişim Hipokratları”, kendi çıkarlarına ters düştüğü anda değişime hemen muhalif olabilmektedirler… Edgar Watson Howe adlı bir yazarın gayet güzel bir şekilde ifade ettiği üzere “reformların bir ucu kendi ayağına dolaşmadığı sürece, herkes reformcudur.” Oysa değişim için dürüst ve samimi olmak gerekir… Değişim için inançlı ve kararlı olmak gerekir…“Sosyal dönüşümler yüzyılı” olarak adlandırılan 20. yüzyıldan yeni bir yüzyıla doğru yaklaşırken ülkemizde, yapısal reformların ve değişim projelerinin daha fazla geciktirilmemesi gerekir. Bertrand Russell’in dediği gibi, “dünyayı anlama ve değişim isteği ilerlemenin iki büyük motorudur.” Dünyadaki değişimin yönünü ve yeni global değerleri anlamakta ve bunları gerçekleştirmekte daha fazla gecikmemeliyiz. Değişim için mücadele etmeliyiz… Değişim için cesaretli olmalıyız… İyi düşünülmüş ve iyi planlanmış radikal değişim projelerini süratle uygulamalıyız. Son olarak, -okuyucularımın anlayışına sığınarak- bir başka büyük düşünürden bir güzel alıntı ile sözlerimi tamamlamak istiyorum:

“Sadece çok akıllılar ve çok aptallar asla değişmezler.” Konfüçyüs

Kaynak :Prof. Dr. Coşkun Can Aktan

You Might Also Like